Arama Sonuçları
Sonuçlar Listeleniyor
Boş arama ile 107 sonuç bulundu
- MİRASIN AÇILMASI
MİRASIN AÇILDIĞI AN Mirasın açıldığı an TMK madde 575 te düzenlenmiştir. İşbu hükme göre miras ölümle açılır. Aynı maddenin 2. Fıkrası miras bırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir. Ölümün gerçekleştiği an ölenin kayıtlı olduğu nüfus siciline öldüğü kaydı düşülmeden veya başka bir şekilde ölü m olayı belgelenmeden miras geçer. Tüm kayıtlar yalnızca ölüm anını belirlemede delil niteliği taşımaktadır. TMK madde 30 uyarınca ölüm resmi nüfus kayıtları ile ispatlanır. Nüfusta öldüğü belirtilen kişinin ölümünü dolayısıyla mirasın açılma anını ispata gerek yoktur. Ölümüne kesin gözüyle bakılacak durumda kaybolan fakat cesedi bulunamayan kişinin ölüm kaydı o yerin mülki amirinin emriyle kütüğe ölüm kaydı düşülecektir. ( TMK MADDE 44 ) . Ölüm anı nüfusa ölüm kaydının düşüldüğü an olmayıp gerçek ölüm anıdır. Gaiplik halinde mirasın geçmesinde kendine özgü özellikleri vardır. Gaiplik kararı verilmeden önce miras hukukuna bir etkisi yoktur. Ancak mahkemenin kararı gaipliğin türüne göre gaibin ölüm tehlikesi içinde kaybolduğu gün veya gaipten son haberin alındığı gün ölüm gerçekleşmiş gibi geriye etkili olarak hüküm doğuracaktır. (TMK MADDE 35 ) MİRASIN AÇILDIĞI YER Mirasa ilişkin yetkili mahkemenin belirlenmesi Medeni Kanun'da açık şekilde düzenlenmiştir. Söz konusu kanunda yer alan düzenlenmeye göre; miras mal varlığının tamamı için mirasbırakanın yerleşim yerinde açılır. Mirasbırakanın tasarruflarının iptali veya iptali veya tenkisi, mirasın paylaştırılması ve miras sebebiyle istihkak davaları bu yerleşim yeri mahkemesinde görülür. ( TMK MADDE 576 ) Kanunda düzenlenen yetkili mahkeme miras sebebiyle sahip olunan hakların ileri sürülmesi ve çıkacak uyuşmazlıkların çözülmesi için açılacak davaların yeridir. Mirasbırakanın son yerleşim yeri dışında başka bir yerde ölmesi halinde yetkili mahkeme müteveffanın öldüğü yerdeki mahkeme değil, son yerleşim yeri mahkemesidir. Bu ve benzeri durumlarda mirasbırakanın öldüğü yerin sulh hakimi mirasbırakanın yerleşim yeri sulh hakimine durumu bildirmek ve kendi bölgesindeki tereke mallarını koruması için gerekli önlemleri almak ile yükümlüdür. Bununla ilgili dosyayı ve varsa vasiyetnameyi yerleşim yeri sulh hakimine gönderir. ( TMK MADDE 589/IV) MİRASBIRAKANIN YERLEŞİM YERİNDE AÇILABİLECEK DAVALAR TMK Madde 576/II'de belirtilen iptal, tenkis, mirasın paylaştırılması ve miras sebebiyle istihkak davaları Denkleştirme Mirasın Reddi İhtiyati Tedbirler Paylaşmanın Butlanına İlişkin Davalar Mirasçılar Arasında Terekenin Yönetimi Sebebiyle Çıkacak İhtilaflara İlişkin Davalar Terekenin Kesin Paylaştırılmasına Kadar Tereke Aleyhine Açılacak Davalar MİRASIN AÇILMASINDA GÖREVLİ MAHKEME Medeni Kanunun 589 , 609, 620 ve 634. Hükümlerinde düzenlenen davalarda görevli mahkemeler SULH HUKUK MAHKEMELERİDİR. MİRASÇI VEYA VASİYET ALACAKLISI OLABİLMENİN YASAL ŞARTLARI Mirasçı veya vasiyet alacaklısı olabilmek için mirasbırakanın kanunda belirtilen derecede yakını, eşi olması ya da lehine ölüme bağlı kazandırma yapılması yeterli değildir. Mirasçının aşağıda yazılı 3 şartı da sağlaması gerekmektedir; Mirasbırakanın ölümü anında mirasçı veya vasiyet alacaklısı sağ olmalıdır. Hak ehliyetine sahip olmalıdır. Mirastan yoksunluk sebeplerinden biriyle bu sıfatını kaybetmiş olmamalıdır. TÜZEL KİŞİLERİN MİRASÇILIKTAKİ YERİ Tüzel kişilerin yasal mirasçı olmaları söz konusu değildir. Bunu tek istisnası Devlet'tir.( TMK MADDE 501). Ancak tüzel kişilerin atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olmaları ö nünde hukuki herhangi bir engel yoktur. Mirasçı veya vasiyet alacaklısı tüzel kişinin mirasın açıldığı anda kişilik kazanmış ve kişiliği son bulmamış olmalıdır. Tasfiye halinde olmasının mirasçı veya vasiyet alacaklısı olması üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Mirasbırakanın tüzel kişiliği olmayan bir topluluğu mirasçı ataması veya vasiyet alacaklısı tayin etmesi normal şartlarda mirasçılığa ehil kimsenin bulunmamasından dolayı, tasarrufun geçersiz sayılmasına sebebiyet vermelidir. Ancak kanunkoyucunun mirasbırakanın iradesini mümkün olduğu kadar ön planda tutma ilkesi gereğince, geçersiz sayılabilecek bu gibi tasarruflar için TMK 577/II hükmünü düzenlemiştir. İlgili hüküm gereğince tüzel kişiliği bulunmayan bir topluluğa belli bir amaç için yapılan kazandırmalar o topluluk içinde bulunan kişilere belirlenen amacı gerçekleştirme şartıyla yapılmış sayılır. Amacın bu yolla gerçekleştirilmesine imkan yoksa, yapılan kazandırma vakıf kurma sayılır. MİRASTAN YOKSUNLUK SEBEPLERİ Kasten ve hukuka aykırı olarak mirasbırakanı öldürmek ya da öldürmeye teşebbüs etmek Kasten ve hukuka aykırı olarak mirasbırakanı , sürekli şekilde ölüme bağlı tasarruf yapamayacak duruma getirmek Aldatma, zorlama veya korkutma yoluyla mirasbırakanı bir ölüme bağlı tasarruf yapmasını ya da onun bir ölüme bağlı tasarruftan dönmesini sağlamak veya engellemek Bir ölüme bağlı tasarrufu, mirasbırakanın yeniden yapamayacağı bir durum ve zamanda kasten ve hukuka aykırı olarak ortadan kaldırmak veya bozmak Eşin ölmesinden sonra mirasçının devam ettiği butlan davasında sağ kalan eşin iyi niyetli olmaması Boşanma davası devam ederken ölen eşin mirasçısının davaya devam ederek davalı eşin kusurlu olduğuna dair karar alması MİRASTAN YOKSUNLUĞUN SONUÇLARI Mirasçılıktan çıkarılan kimse ölmüş gibi kabul edilir. Paylaşmaya katılamaz ya da vasiyet alacaklısı ise mirasçılara karşı vasiyetin yerine getirilmesine ilişkin talep hakkını kullanamaz Yoksunluk nispidir. Yoksunluğa sebebiyet oluşturulacak fiil kime karşı işlendiyse, o kişiye karşı mirasçılık sıfatını kaybedecektir MİRASTAN YOKSUNLUKTA AFFIN ETKİSİ Hukukumuzun mirasa ilişkin hükümleri mirasbırakanın iradesine üstünlük tanımaktadır. Mirastan yoksunluk, mirasbırakanın affıyla ortadan kalkar. (TMK MADDE 578/II). Buradaki af mirasbırakanın bir duygu açıklamasından ibarettir. Bu sebeple herhangi bir şekil şartına bağlı olmayıp örtülü ifade yahut affın varlığına delil olacak fiilerin varlığı dahi yeterlidir. MİRASIN AÇILMASINA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI Yargıtay Kararı - 2. HD., E. 2010/7533 K. 2010/12218 T. 21.6.2011 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, mirasın gerçek reddine (TMK.m.605/1) ilişkin kararın iptaline (TMk.m.617/1) yöneliktir. Mirasın açılması, mirasbırakanın tasarruflarının iptali, tenkisi, miras sebebiyle istihkak davalarında olduğu gibi, bu dava da da yetkili mahkeme; mirasbırakanın yerleşim yeri mahkemesidir. (TMk.m.576) Bu yetki, kamu düzeniyle ilgili olup kesindir. Yargılamanın her aşamasında mahkemelerce kendiliğinden (re'sen) gözetilmek zorundadır. Mirasbırakan Mustafa'nın yerleşim yerinin Burdur olduğu, dosya kapsamından (mirasın reddine dair dava dosyası, nüfus kaydı, tapu kaydı vd.) anlaşılmaktadır. Dava hakkında yetkisizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenmesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Temyiz olunan hükün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 21.06.2010 (Pzt.) Yargıtay Kararı - 14. HD., E. 2016/8856 K. 2019/2631 T. 25.3.2019 Davacı, davalıların murisinin alacaklısıdır. Kanun koyucu murisin alacaklılarına mirasçıların mirası ret hakkından mahrum olduklarının tespiti davası açma imkanı tanımıştır. Ödemeden aciz bir murisin mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklarına karşı ölümünden önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar (TMK m. 618 f.I). Murisin alacaklılarının korunması belirtilen koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Bunun için; miras açılmış olmalı, ödemeden aciz bir muris bulunmalı, miras süresinde reddedilmelidir. Reddeden mirasçıya kazandırma yapılmış olmalıdır. Mirasın kayıtsız şartsız reddi kararının iptali davalı tüm mirasçılara yöneltilmelidir. Bu konuda açılacak dava herhangi bir süreye tabi değildir. Mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli olabileceği gibi resmen tespit edilmiş olabilir. Borç, mirasbırakana ait olmalıdır. Mirasbırakanın ödemeden aczi her türlü delille ispatlanabilir. İspat yükü davacıdadır. Miras, mirasbırakanın ölümüyle açılır. Mirasbırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar, terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir (TMK m 575). TMK'nin 618. maddesi kapsamında murisin alacaklılarının açmış olduğu mirasın reddinin iptali davasında, TMK'nin 617. maddesinde belirtilen altı aylık hak düşürücü sürenin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, mahkemece işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken TMK'nin 617/1 maddesinde açıklanan hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.03.2019 gününde oybirliği ile karar verildi. Yargıtay Kararı - 2. HD., E. 2008/2766 K. 2009/7790 T. 22.04.2009 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Mirastan çıkarılma ve mirastan yoksun kalma sebepleri ya da mirasın reddi veya mirastan feragat sözleşmesi bulunması mirasçılık belgesi verilmesine veya istenmesine engel değildir.Mirasbırakan K1’nın eşi K2 davadan önce vefat etmiş olup, mirasçıları da davacılardır.Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamada sanık K2 vefat ettiğinden davanın düşmesine karar verilmiştir. Mirastan yoksunluğu düzenleyen Türk Medeni Kanununun 578. maddesinin 1. fıkrasında, mirasbırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürmek mirastan yoksunluk sebebi olarak gösterilmiştir.Mirastan yoksunluğun tespiti de mirasçılık belgesi verilmesinde görevli mahkemeye aittir.Mahkemece yapılacak iş, ceza dosyası da incelenerek mirastan yoksunluk sebebinin bulunup bulunmadığının tespiti ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.Yoksunluk sebebinin tespiti halinde mirasçılık belgesinde miras paylarını gösterecek şekilde hüküm kurulması, ancak K2’in mirastan mahrum olduğunun ve mahrumiyetinin hukuki sonuçlarının terekenin paylaştırılması sırasında gözetileceğine işaret edilmelidir.Yukarıda yazılı kurallara uyulmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir. SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. Av. YIlmaz GÜNEŞ
- KULLANMA HIRSIZLIĞI
Türk Ceza Kanunu/ Kullanma hırsızlığı Madde 146- (1) Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi halinde, şikayet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması halinde bu hüküm uygulanmaz. Kullanma hırsızlığı, TCK Madde 141 de düzenlenen hırsızlık suçunun daha az cezayı gerektiren nitelikli bir hali olarak kabul edilmektedir. Suç kapsamında yasaklanan fiil, taşınır bir malı "geçici bir süre kullanıp iade etmek amacıyla almak"tır. Suçun oluşması için fail suça konu eşyayı geçici bir süreliğine almış olmalıdır. Söz konusu sürenin tespitinde somut olaya uygun değerlendirme yapılmalıdır. Bu değerlendirme neticesinde failin maksadının geçici değil, sürekli yararlanmak olduğu anlaşılıyorsa, kullanma hırsızlığının oluşamayacağının kabulü gerekmektedir. Böylece fail somut olaya uygulanabildiği ölçüde hırsızlık suçunun temel şeklinden cezalandırılmalıdır. Kullanma hırsızlığında önemle üzerinde durulması gereken husus suça konu eşyanın rıza ile iade edilip edilmediğidir. Failin suç konusu eşyanın iadesini isteyerek yapmış olması gerektiği düşüncesindeyiz. Tavsiye sonucunda gerçekleşen iadenin de isteyerek yapılmış olduğu kabul edilir. Ancak failin malı iade etmek zorunda kaldığı durumlarda kullanma hırsızlığı değil, hırsızlık suçunun temel şeklinden söz edilir. Yargıtay'ın bazı kararları da bu görüşe uygundur. Sonuç itibari ile kullanma hırsızlığı bakımından "somut olay" ve "failin iade etme maksadı" tüm yönleriyle değerlendirilmelidir. KULLANMA HIRSIZLIĞINA KONU EŞYANIN SUÇ İŞLEMEK MAKSADIYLA ALINMASI Kullanma hırsızlığını düzenleyen maddenin son fıkrası; "malın suç işlemek amacıyla kullanılması halinde bu hüküm uygulanmaz" denilmektedir. Kanunun açık hükmü gereğince somut olayda malın suç işlemek maksadıyla kullanılması halinde fail bu hükümden cezalandırılamayacaktır. Suç teşkil eden filler dışındaki hukuka aykırı davranışlar ve ahlaka aykırı fiillerin, kanunun açık hükmü gereğince bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün olmamalıdır. KULLANMA HIRSIZLIĞININ NİTELİKLİ HALLER İLE BİRLİKTE GERÇEKLEŞMESİ HALİ Kullanma hırsızlığının, hırsızlık suçunun temel şeklinden tek farkı malın "kullanım ve sonrasında iade etmek" amacıyla alınmış olmasıdır. Kullanma hırsızlığının, hırsızlık suçunun daha fazla cezayı gerektiren nitelikli haller ile beraber işlenmesi hali somut olarak sıkça karşılaşılan durumlardandır. Bu durumun varlığı halinde fail hakkında temel cezanın önce arttırılıp sonra kullanma hırsızlığı kapsamında eksiltilmesi mümkün olabilecektir. KULLANMA HIRSIZLIĞINA İLİŞKİN GENEL UNSURLAR Kullanma hırsızlığının oluşması için failin kastı gerekli olup, yeterli değildir. Fail malı yarar sağlamak ve sonrasında iade etmek üzere alması gerekmektedir. Buradaki iade etme maksadının tespitinde suçun işleniş şekli başta olmak üzere somut olayın tüm özelliklerine dikkat edilmelidir. Kullanma hırsızlığı suçuna teşebbüs şartları sağlandığı ölçüde uygulanabilmektedir. TCK' nın 146 ncı maddesine göre kullanma hırsızlığı şikayete tabidir. Dava zamanaşımı 8 yıldır. Uzlaştırma kurumunun uygulanabilmesi için suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete tabi olması sebebiyle söz konusu suç bakımından da uzlaştırma hükümleri uygulanabilecektir. SUÇ İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI 17. Ceza Dairesi 2019/14052 E. , 2020/7359 K. Yerel mahkemece sanık hakkında hırsızlık suçundan verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Dosya kapsamına göre, diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-Olay günü sanık ile müştekinin eğlenmek amacı ile aynı evde oldukları, müştekinin uyuduğu esnada sanığın müştekinin cebinden anahtarı alarak arabasını çaldığı anlaşılmakla; eylemin haksız yere elde bulundurulan anahtar ile işlenmiş olduğunun kabulü ile sanığın TCK’nun 142/2-d maddesi uyarınca cezlandırılması gerekirken hatalı değerlendirme ile TCK’nun 141/1 maddesi ile uygulama yapılarak sanık hakkında eksik ceza tayini, Kabul ve uygulamaya göre de; 2-Hükümden sonra 24.10.2019 tarihinde 30928 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7188 sayılı Ceza Muhakamesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile TCK'nun 26. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında yer alan ve 5237 sayılı TCK'nun 141. maddesinde tanımı yapılan hırsızlık suçunun da uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşısında, 5237 sayılı TCK'nun 7/2. maddesi uyarınca "Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. Hükmü de gözetilerek 6763 sayılı Kanun'un 35. maddesi ile değişik CMK’nun 254. maddesi uyarınca aynı Kanun'un 253. maddesinde belirtilen esas ve usule uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, 3-Kullanma hırsızlığı suçunun oluşabilmesi için geçici yararlanma amacıyla alınan malın, kısa bir süre kullanıldıktan sonra sahibine geri verilmesi veya kolaylıkla bulunabileceği bir yere bırakılması, henüz bırakılmamış ise geri verilmek üzere alındığının açıkça anlaşılması ve iade amacının malın alınırken mevcut olması gerektiği, bu amacın da somut olaya ilişkin özelliklerin değerlendirilmesiyle anlaşılabileceği, tüm dosya içeriğine göre; müştekiye ait aracın çalınma sonrası müştekinin şikayeti üzerine polisler tarafından yakalandığının anlaşılması karşısında; olayda, kısa bir süre kullanıldıktan sonra sahibine geri verilmesi veya kolaylıkla bulunabileceği bir yere bırakılması yani 5237 sayılı TCK'nun 146/1. maddesinin uygulanma koşullarının gerçekleşmediği halde, sanık hakkında TCK’nun 146. maddesi uygulanarak eksik ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş, sanık ...’ın temyiz nedenleri bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'nun 326/son maddesi uyarınca sanığın kazanılmış hakkının gözetilmesine, 09.09.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- KİRACI ŞİRKET TAHLİYE TAAHHÜDÜ
Tahliye taahhüdünün temsilci tarafından verilmesi gerekmektedir. Bir kiralananda kiracı olarak bulunanlar tüzel kişilik taşıyorlarsa tahliye taahhüdünün tüzel kişiliği temsil eden yetkili organ vasıtasıyla verilmiş olması taahhüdün geçerliliği için gerekli ve yeterlidir. YARGITAY KARARLARI YARGITAY 3.HD.04.02.2002 t.414/1200 Tüzel kişi kiracı, bir ticari şirket olduğu zaman Türk Ticaret Kanunu 321. maddesine göre, ana sözleşmede hüküm olmadıkça temsile yetkili olanlar, şirket amaç ve konusuna dâhil her nev‟i işleri ve hukuki işlemleri şirket adına yapmak yazılı yapılan işlemlerde ise, şirket imzasını kullanmak suretiyle işlemi imzalarlar. Tüzel kişiliğin vermiş olduğu tahliye taahhütlerinde şirket unvanı yazılmış ve şirketi temsile yetkili kişi tarafından da imzalanması, taahhüdün geçerliliği için yeterlidir. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2010/11955 K. 2011/2337 T. 2.3.2011 Davacı ile Hayat Sağlık Hizmetleri Tic. Ltd. Şti. arasında 3.1.2005 tarihli ve beş yıl süreli kira sözleşmesi bulunmaktadır. Anılan sözleşme kiracıyı temsilen tek imza ile akdedilmiş olup şirketin yetkili müdürüne ait olduğu hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İcra takibine ve karara dayanak yapılan 7.2.2005 keşide 3.1.2010 tahliye tarihli tahliye taahhüdünün de, kira sözleşmesini imzalayan yetkili müdür tarafından imzalandığı davalı tarafın da kabulündedir. Dosya arasında mevcut Ticaret Sicil Gazetesinden, davalı İstanbul Hayat Sağlık Hizmetleri Limited Şirketini şirket müdürlerinin herhangi ikisinin müşterek imzaları ile temsil edecekleri anlaşılmıştır. Taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesinde kiracı olarak davalı şirket müdürlerinin birinin imzası olduğu halde tahliye taahhüdünün de aynı şirket müdürü tarafından imzalanması halinde geçerli olmadığının ileri sürülmesi iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. Kaldı ki Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi gereğince sözleşmenin ya da taahhüdün iptali de istenmemiştir. Bu durumda mahkemece, işin esasının incelenerek oluşan sonuca göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükümün bozulması gerekmiştir. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2013/16778 K. 2014/2152 T. 26.2.2014 Taraflar arasındaki devam eden uyuşmazlıkların bu niteliği açıklandıktan sonra, davaya konu geçersizliği nedeniyle iptali istenen tahliye taahhüdüne gelince; tahliye taahhüdünün verildiği tarihte şirket adına taahhütte bulunan V..Ç..'ın şirketi münferiden temsile yetkili müdür olduğuna dair uyuşmazlık bulunmamaktadır. uyuşmazlık B...??. N....ğinde tanzim edilen 16.06.2006 tarih .......Yevmiye nolu Limited şirket müdürü V...Ç... tarafından davacı şirketi temsilen verilen, kiralananın 31.12.2011 tarihinde tahliye edileceğine ilişkin tahliye taahhüdünün, şirket ortaklarınca karar alınmadan verilip verilemeyeceğine ilişkindir Limited Şirketlerin temsilini düzenleyen sözleşme tarihinde yürürlükte bulunanan 6762 Sayılı TTK'nun 540/2 maddesi “Şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsili ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabilir.” hükmünü içermektedir. Müdürlerin temsil yetkisinin kapsamını düzenleyen 542 maddesi ise TTK'nun 321. maddesine atıfta bulunarak Anonim Şirketlerin idare Meclisine dair olan hükmünün şirket müdürlerine de tatbik edileceğini düzenlemiş, TTK'nun 321 maddesinde ise “Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler." hükmü düzenlenmiştir. Şirket müdürü şirketin maksat ve mevzusuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleri yapmak ve şirket ünvanını kullanma hakkını haiz olduğundan davacı şirket müdürü tarafından verilen şirketin ticari faaliyetini sürdürdüğü kiralanan için verdiği tahliye taahhüdü geçerli olup, davacı şirketi bağlar. Yerel Mahkemece TTK'nun 443/2. maddesinde düzenlenen şirketin tasfiyesi sırasında aktiflerin satılmasına ilişkin “ Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır.” hükmünün tahliye taahhüdünün verilmesi halinde de uygulanması gerektiği belirtilmiş ise de, tahliye taahhüdü şirketin aktifinin toptan satılması niteliğinde olmadığından, TTK'nun 443/2 maddesinin tahliye taahhüdünün verilmesi yönünden uygulanması imkanı da bulunmamaktır. Kaldı ki alınan tahliye taahhüdü davacı şirket ve tüm ortakları ile taşınmaz malikleri arasında imzalanan ve yukarıda belirtilen 07.06.2006 tarihli ek protokolün 4. maddesinde de kararlaştırılmış, her ne kadar davacı şirket ve şirket ortakları söz konusu protokolün 4. maddesinin pasif hile altında kabul edildiğini iddia ederek İstanbul 41 Asliye Ticaret Mahkemesine dava açmışlarsa da, şirket temsilcisinin noterde düzenleme şeklinde verdiği, tahliye taahhüdü ortakların protokoldeki taahhütlerine de uygun olduğundan, ortakların bilgisi dışında ve iradelerine aykırı bir taahhüt olduğu söylenmez. Öte yandan davacı tahliye taahhüdünü şirket temsilcisinin yetkisini aşarak verdiğinden bahisle geçersizliğinin yanı sıra tahliye taahhüdünün kira sözleşmesinin yenilendiğinden bahisle de geçersizliğini ileri sürmüşse de, kira sözleşmesinin tahliye taahhüdünden sonra yenilendiği de davacı tarafından kanıtlanmamıştır. Bu nedenlerle, davacı şirket müdürü tarafından şirket ana sözleşmesindeki ve TTK'nun 321 maddesindeki temsil yetkisine uygun olarak verdiği tahliye taahhüdü geçerli olup ve davacı şirketi bağlayacağından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- KİRA TESPİT DAVASI
YENİ DÖNEM İÇİN SÜRESİNDE AÇILMAYAN KİRA TESPİT DAVASI Kanunda öngörülen sürede dava açılmamış veya karşı tarafa yazılı bildirimde bulunulmamışsa, açılan tespit davası sonucunda belirlenen bedel bir sonraki kira yılında uygulanacaktır. Yavuz- Acar- Özen, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, s. 638; İnceoğlu, s. 156. YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ E. 2017/5586 K. 2019/435 T. 23.1.2019 TBK'nun 345 maddesinde “Kira bedelinin belirlenmesine ilişkin dava her zaman açılabilir ancak bu dava, yeni dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, Mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar.Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.” hükmüne yer verilmiştir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, TBK'nun 345. maddesi bu tarihten sonra açılacak kira bedelinin tespiti istemlerinde uygulanır. Yine 21.11.1966 gün ve 19/10 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, kira bedelinin arttırılması ile ilgili olarak gönderilen ihtarname veya aynı amaç için açılan davanın dilekçesinin tebliğ tarihi, tespit edilecek kira parasının geçerli olacağı dönemin belirlenmesi açısından önemlidir. Olayımıza gelince; 01.01.1985 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli kira sözleşmesine ilişkin taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kira sözleşmesinde artış hükmüne yer verilmemiştir. Bu durumda davacı sözleşmenin yenilendiği 01.01.2015 tarihinden itibaren kira bedelinin tespitini talep edebilmesi için, davanın bu dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açılması ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması gerekir. Taraflar arasındaki kira sözleşmesinde artış şartı bulunmadığına ve süresinde gönderilmiş ihtarname veya açılmış dava da bulunmadığına göre, 20.11.2014 tarihinde açılan asıl dava dilekçesinin 08.12.2014 tarihinde davalıya tebliğ edilmiş olması ve yine birleşen davanın 24.12.2014 tarihinde açılmış olması karşısında 01.01.2015 günü başlayan dönem için kira bedelinin tespitine karar verilemez. Ancak temyiz incelemesi sırasında yeni dönemin (01.01.2016 ) başladığı da göz önünde bulundurularak, mahkemece bir sonraki dönem için (2016) kira bedelinin tespitini isteyip istemediği hususunun davacılara sorularak, istenmesi halinde bir sonraki dönem için kira bedelinin tespitine karar verilmesi aksi halde davanın reddine karar verilmesi gerekir. Karar, kesinleşmeden icra takibi konusu yapılamaz. Kira Tespit Davasının Harcı Kira bedelinin tespiti davalarında “aylık kira farkı” üzerinden nisbi harç alınmalıdır. Örneğin, mevcut aylık kira bedelinin 7.000 TL olduğu, mahkemece tespitine karar verilen aylık kira bedelinin ise 10.000 TL olduğu halde; tespit edilen aylık kira miktarı ile mevcut aylık kira bedeli arasındaki fark üzerinden, yani somut olayımızda bir aylık kira farkı olan 3.000 TL üzerinden nisbi harç alınması gerekmektedir. Karşı Taraf Vekalet Ücreti Kira bedelinin tespiti davalarında; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 9 madde hükmü gereğince hükmedilen aylık brüt kira ile son dönem ödenen brüt kira farkının bir yıllık tutarı üzerinden davacı yararına, davada talep edilen aylık brüt kira bedeli ile hüküm altına alınan aylık brüt kira bedeli farkının bir yıllık tutarı üzerinden davalı yararına vekalet ücreti hesaplanması ve bu miktarların, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde davanın görüldüğü mahkemeye göre belirlenmiş bulunan ücretten az olamayacağı dikkate alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir (Y6HD-K.2015/3359). Kira Bedelinin Tespiti Davası Kısmi veya Belirsiz Alacak Davası olarak Açılamaz YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/6-2792 K. 2021/267 T. 16.3.2021 Mahkemece belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu talep edilmedikçe, hükümde gösterilmez. Sadece, talepte bulunulmuş olması şartıyla, belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu hükümde gösterilir ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21.11.1966 tarihli ve 1966/19 E., 1966/10 K. ). Fakat, dava sonucunda belirlenen bedel, bazen, belirlenmesi talep edilen değil bir sonraki kira yılı için etki doğurabilmektedir. Mahkeme kararının, bedelin belirlenmesinin talep edildiği kira yılı için etki doğurması arzu ediliyorsa kira sözleşmesindeki hükümlere dikkat edilerek talepte bulunulması gerekmektedir. taşınmazın kira bedelinin 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000,00TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiş, 12.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de davayı brüt 8.000,00TL kira bedeli üzerinden açtıklarını belirterek kira bedelinin brüt 9.200,00TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi kira bedelinin tespiti davaları kendine özgü bir dava olup inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir niteliktedir. Bu davalarda sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespiti istenir ve kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Dava sonucunda hâkim, ileriye yönelik olarak bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler ve kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur. Davanın bu niteliği gereğince kira bedelinin tespitine ilişkin talep bölünemez ve kira bedeli davacı tarafından bir seferde açık ve net olarak istenilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamaz. Öte yandan kira bedelinin tespitine ilişkin talep dava dilekçesinde belirtilen döneme ilişkin olduğundan, ıslahla bedelin artırılması durumunda ise daha sonraki bir dönemi kapsayacak şekilde talepte bulunulmuş olur ve bu da kira bedelinin tespiti davalarının niteliğine aykırıdır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- KAYIT KABUL DAVASI
Kayıt kabul davaları, icra ve iflâs hukuku kurumu içerisinde açılmış olan bir maddî hukuk davası olup alacağı iflâs idaresi tarafından reddedilen alacaklının, alacağını ispat etmek ve alacağını hüküm altına aldırmasına hizmet eder. Bu anlamda davacının açmış olduğu kayıt kabul davası mahiyeti gereği bir alacak davası ise de davacı bu davada alacağının sıra cetveline kayıt ve kabulünü talep eder. İflâs kararı verilmeden önce müflise karşı alacak ya da itirazın iptali davası açılması halinde iflâs idaresi alacağın varlığını kabul eder ise; bu aynı zamanda davanın kabulü teşkil eder ve davanın kabulüne ilişkin sonuçları doğurur. Böyle bir durumda alacak sıra cetveline çekişmesiz olarak yazılır ve dava hakkında karar verilir. İflâsın açılmasından önce müflise karşı açılmış olan alacak veya itirazın iptali davalarındaki alacağı iflâs idaresi kabul etmez ise, iflâsın açılmasından sonra bu davalara kayıt kabul davası olarak devam edilir ve bu davaya iflâs idaresi devam eder. Kayıt kabul davaları alacağın iflas masasına kaydı istemine ilişkin olup, alacağın ödenmesi ancak tasfiye sonunda masa mevcudunun sıra cetveline uygun biçimde dağıtımı aşamasında gerçekleşir ve alacakların tam olarak ödenip ödenmeyeceği ancak bu aşamada anlaşılabilir. Davacının açmış olduğu kayıt kabul davasının kabulüne karar verilirse; iflâs idaresi, sıra cetvelini mahkemenin kararına göre tekrar düzenler. Kayıt kabul davalarında basit yargılama usulü uygulanır. İspat yükü ise davacı üzerindedir. Alacaklı, açmış olduğu kayıt kabul davasında alacağının varlığını ispat etmekle yükümlüdür. Alacağı reddedilen alacaklı, açmış olduğu davada alacağını bildirirken sunduğu belgeler ve bilgiler ile bağlı değildir. Bu kapsamda alacaklı kayıt kabul davasında iddiasını genişletebilir ve yeni deliller sunabilir. İflas masası da sıra cetvelinde alacak için bildirdiği sebeplerle bağlı olmayıp açılan kayıt kabul davasında yeni deliller ve yeni iddialar ileri sürülebilir. İflâsta kayıt kabul davası harcı için farklı görüşler olmakla birlikte, ağırlıklı görüşe göre maktu harç ödenmektedir. İflâsta kayıt kabul davası, sıra cetvelinin ilânından sonra 15 gün içerisinde İcra ve İflas Kanunu madde 154 fıkra 3 uyarınca müflisin iflâsının açılmasına karar veren ticaret mahkemesinin bulunduğu yerdeki ticaret mahkemesinde açılır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- KAYBOLMUŞ VEYA HATA SONUCU ELE GEÇMİŞ EŞYA ÜZERİNDE TASARRUF SUÇU
Türk Ceza Kanunu'nun 160. Maddesinde, "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu / Malvarlığına Karşı Suçlar/Kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf Madde 160- (1) Kaybedilmiş olması nedeniyle malikinin zilyedliğinden çıkmış olan ya da hata sonucu ele geçirilen eşya üzerinde, iade etmeksizin veya yetkili mercileri durumdan haberdar etmeksizin, malik gibi tasarrufta bulunan kişi, şikayet üzerine, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Türk Medeni Kanununa göre, kaybolan eşyayı bulan kimsenin birtakım yükümlülükleri bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu madde 769 uyarınca bu yükümlülükler ; "Kaybedilmiş bir şeyi bulan kimse, malın sahibine, sahibini bilmiyorsa kolluk kuvvetlerine, köylerde muhtara bildirmek veya araştırma yapmak ve gerektiğinde ilân etmek zorundadır. Bulunan şey önemli ölçüde değerli ise, her hâlde kolluk kuvvetlerine veya muhtara bildirmek gerekir. Oturulan bir evde veya işyerinde ya da kamu hizmeti görülen yerde bir şey bulan kimse, bunu o yer sahibine veya kiracıya ya da kamu hizmeti görülen yerde denetim ve gözetim ile görevli olanlara teslim etmek zorundadır." Yukarıda yer alan kanun maddesinden anlaşılacağı üzere kaybolan eşyayı bulan veya hata sonucu ele geçirdiğini fark eden kişi, makul bir sürede yetkili mercileri haberdar etmelidir. Örneğin, kişinin dikkatsiz davranmak sureti ile kendisinin zannederek başkasının malını alması durumunda, kişinin hatasını fark ettiği anda kanunda düzenlenen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen kişi diğer şartlarında varlığı halinde " kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf" suçunu işlemiş olacaktır. Peki, kaybolmuş, unutulmuş ve hata sonucu ele geçirilmiş eşya ne demektir? Kaybolmuş Eşya : Malın malikinin veya zilyedinin taşınırın yerini bilmediği ve egemenlik alanı içinde de olmayan eşyadır. Failin nerede olduğunu bilmediği fakat egemenlik alanı içerisinde olan eşya, malı her an eline geçirebildiğinden dolayı kaybedilmiş eşya değildir. Unutulmuş Eşya : Belirli bir yerde maliki veya zilyedi tarafınından unutulmuş olmakla birlikte, eşyanın yerinin kimse tarafından bilindiği veya en azından tahmin edildiği ve istediğin an malı geri alabilme imkanının olduğu eşyadır. Nerede olduğunu bilinmediği hallerde, kaybolmuş eşya olarak değerlendirilir. Hata Sonucu Ele Geçmiş Eşya : Kaza, tesadüf sonucunda malikin elinden çıkan fail tarafından ele geçirilmiş olan eşyadır. Suçun faili, herkes olabilir; suçun mağduru suç konusu eşya üzerinde zilyetliğine son verilen malik veya malın maliki olmayan ancak zilyetliği elinde bulunduran kimselerdir. Suça konu eşya ise taşınır eşya olmalıdır. HIRSIZLIK SUÇU ANCAK KASTEN İŞLENEBİLİR Suçun manevi unsuru kasttır. Bu suçun taksirli haline ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu sebeple taksirli halin varlığı durumunda kanunilik ilkesi gereğince cezalandırma gerçekleşmeyecektir. Yargıtaya göre, failin terk edilmiş olduğu sanısıyla köylerine gelen köpeği alıp beslemesi durumunda, yöresel koşullar dikkate alındığında suç kastından söz edilemez. (Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2002/5328 E. 2002/5860 K. , 17.6.2002 T.) HIRSIZLIK SUÇUNDA HUKUKA UYGUNLUK Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde hukuka uygunluk halleri düzenlenmiştir. Bu maddelere göre; kanun hükmünü yerine getirme, hukuka uygun emrin yerine getirilmesi, meşru savunma, hakkın icrası ve ilgilinin rızası hukuka uygunluk halleridir. Meşru savunma ve zorunluluk hali bu suç bakımında uygulama alanı bulmaktadırç. BENZER DİĞER SUÇLAR Kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçunda, mağdur kendi kusuru ile mal üzerindeki zilyetliği yitirmiştir ve bunda failin herhangi bir eylemi yoktur. Eşya mağdurun egemenlik alanından çıkmıştır. Oysa hırsızlıkta taşınır mal mağdurun egemenlik alanındadır. ÖRNEK: Otobüste unutulan eşyanın muavin tarafından alınması hırsızlık suçunu oluşturur. Zira, mağdurun eşyaya ulaşma olanağı olduğu gibi, muavin de bu eşyanın yolculardan birine ait olduğunu bilmektedir. SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA SÜRECİ Hırsızlık suçunda görevle mahkeme ASLİYE CEZA MAHKEMESİDİR. Bu suç için bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası öngörülmüştür. Uzlaştırma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümleri uygulama alanı bulabilir. Dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- ISLAH İLE DAVA DİLEKÇESİNDE YER ALAN TUTARIN AZALTILAMAMASI
İDDİAYI DEĞİŞTİRME VE GENİŞLETME YASAĞI İLE ISLAH KURUMU Tarafların yargılama sürecine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere, anayasamız ve kanunlarımızda adil yargılanma hakkı mevcuttur. Adil yargılanma hakkının içeriği oldukça geniş olup bünyesinde birçok hakkı barındırmaktadır. Bunlar başlıca silahların eşitliği, makul sürede yargılanma hakkı, bağımsız mahkemelerde yargılanma hakkı, hakimin verdiği gerekçeli kararı öğrenme hakkı vb. haklardır. Taraflar arasında silah eşitliğini sağlamak adil bir yargılama için olmazsa olmaz bir unsurdur. Bu hususta hakimlerin taraflara eşit şekilde davranma yükümlülüğü vardır. Ayrıca taraflar yargılama sürecinin en başında bulunan dilekçeler aşamasında birbirlerine sundukları iddia ve savunmalar ile sürece hazırlanırlar. Tarafların tüm bu süreç aşamasında gerek karşı taraf gerekse de mahkemece yapılacak aşamalardan bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Tüm bunlar ile amaçlanan davacı ve davalının iddia ve savunmalarının tam ve doğru bir şekilde tespiti, yargılama sürecinde tarafların silah eşitliğinin sağlanması, dava dilekçesinde belirtilen hususlara yönelik savunma yapılmasını ve tüm bu süreç adına usul ekonomisi gereği yargılamayı hızlı ve adil yargılanma hakkına uygun bir şekilde sonlandırılmasına hizmet eder. Söz konusu amacın sağlanmasına yönelik kanun koyucu iddiayı (savunmayı) genişletme ve değiştirme yasağı getirmiştir. İddiayı değiştirme ve genişletme yasağı yazılı yargılama usulünde dilekçeler aşaması (cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesi) ile basit yargılama usulünde ise dava dilekçesi ve cevap dilekçesinin verilmesi ile başlanmaktadır. Bu yasağın istisnalarından biri de ıslah kurumudur. ISLAH KURUMUNUN HUKUKİ NİTELİĞİ Taraflar dilekçelerinde talepte bulunmadıkları bir husus hakkında karşı tarafın ve hakimin muvafakati olmaksızın bir kereliğine mahsus iddiayı değiştirme ve genişletme yasağı olmaksızın dosya kapsamında yaptıkları usul işlemlerini ıslah edebileceklerdir. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 176. maddesi uyarınca “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir. Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir.” hükmü yer almaktadır. Ancak ıslah yoluna başvurabilmek için iddiayı değiştirme ve genişletme kapsamında kalan bir husus olmalıdır. Böylelikle ıslah yoluyla daha önce ileri sürülemeyen vakıalar ileri sürülebilecek ve talep sonucu arttırılabilecektir. Yine HMK m.180 hükmünce ıslah yoluna başvuran tarafın bir hafta içerisinde yeni bir dava dilekçesi vermesinin zorunluluğu vardır. ISLAH YOLUYLA TALEBİN DARALTILMASI Islah kurumunun amacı iddiayı değiştirme ve genişletme kapsamında kalacak vakıa ve taleplere yöneliktir. Talebin daraltılması hususuna hizmet eden kanunda farklı kurumlar mevcuttur. Davayı geri alma, davadan feragat etme, sulh gibi kurumlar davada talep edilen tutarın tamamen veya kısmen daraltılmasına hizmet etmektedir. Bu amaca ıslah ile ulaşılmasında doktrinde farklı görüşler olmakla birlikte uygulamaya yönelik sağlıklı adım atmak için Yargıtay kararlarına bakılmalıdır. Yargıtay ıslah yoluna başvurarak talebin daraltılmasını feragat olarak yorumlamaktadır. Emsal Yargıtay kararlarına göre; 13. Hukuk Dairesi 2017/4147 E. , 2020/5500 K.; 6100 sayılı HMK'nın 176/1. maddesine (HUMK' un 83. maddesi) göre, "taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir." Davacının beyanı bir usul işlemi olmayıp maddi hukuka taalluk eden kısmi feragattir. Doktrinde buna talep sonucunun daraltılması da denilmektedir. Davacının talep sonucunu azaltması davayı genişletme ya da değiştirme sayılmaz. Tam veya kısmi feragat için karşı tarafın iznine ve ayrıca bunun için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Davacı talebini 7.350,00 TL olarak belirterek talebini küçültmüştür. O halde, mahkemece, davacının kısmi feragat niteliğindeki beyanı dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 3. Hukuk Dairesi 2019/4523 E. , 2020/1599 K. HUMK'nun 176. maddesine göre iki taraftan her biri usule ilişkin olarak yaptığı işlemi tamamen veya kısmen ıslah edebilir, yani düzeltebilir. Bu niteliği itibariyle ıslah, gerçeğin meydana çıkması bakımından öğretide faydalı bir müessese olarak kabul görmektedir. Islah, bir tarafın izni olmaksızın diğer tarafın gerçekleştiremeyeceği işlemlerin yapılmasına olanak sağlayan istisnai bir usul işlemidir… 6100 sayılı HMK'nun 176/1. maddesine göre, "taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir." Eldeki davada davacının talebi, bir usul işlemi olmayıp maddi hukuka taalluk eden kısmi feragattir. Doktrinde buna talep sonucunun daraltılması (azaltılması) da denilmektedir. Davacının talep sonucunu azaltması, davayı genişletme ya da değiştirme sayılmaz. Tam veya kısmi feragat için karşı tarafın iznine ve ayrıca bunun için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur. (Baki Kuru - Hukuk Muhakemeleri Usulü - altıncı baskı cilt IV sayfa 4048-4049) Davacının söz konusu isteminin ıslah müessesesinin mahiyetiyle bağdaşır bir yönü de bulunmamaktadır. Bölge Adliye Mahkemesi, işlemin bu niteliğini belirlemede hataya düşmüştür. 3. Hukuk Dairesi 2017/6485 E. , 2019/3437 K. Davacının buradaki talebi, bir usul işlemi olmayıp maddi hukuka taalluk eden kısmi feragattir. Doktrinde buna talep sonucunun daraltılması (azaltılması) da denilmektedir. Davacının talep sonucunu azaltması, davayı genişletme veya değiştirme sayılmaz. Tam veya kısmi feragat için karşı tarafın iznine ve ayrıca bunun için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur ( Baki Kuru- Hukuk Muhakemeleri Usulü- altıncı baskı cilt IV sayfa 4048-4049). Dolayısıyla davacı vekilinin bu isteminin, ıslah müessesinin mahiyetiyle bağdaşır bir yönü de bulunmamaktadır. Mahkeme, işlemin bu niteliğini belirlemede hataya düşmüştür. Kural olarak karşı tarafın iznine bağlı olmadan düzeltilecek işlemler ve yapılacak talepler için ıslah yoluna başvurulmaz. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- HIRSIZLIK SUÇU
Türk Ceza Kanunu'nun 141-147 nci maddeleri arasında, "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Konumuzu oluşturan hırsızlık suçunun temel şekli 141 nci maddede yer almaktadır. Türk Ceza Kanunu / Malvarlığına Karşı Suçlar/Hırsızlık Madde 141:(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Kanunun açık hükmü gereğince hırsızlık suçunun oluşabilmesi için, failin kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak amacıyla hareket etmesi yeterli olup, bunun fiilen yerine getirilmesi gerekli değildir. Burada düzenlenen yarar maddi olabileceği gibi, manevi bir yararın da söz konusu olabileceği unutulmamalıdır. Suçun oluşumuna ilişkin fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda yapılacak değerlendirmede "almak" fiili üzerinde durulmalıdır. Kanunda sözü edilen "almak" fiili eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarının ortadan kaldırılması olarak anlaşılmalıdır. Kanunkoyucunun bu suçu düzenleme altına almasının amacı zilyetlik ve mülkiyet hakkının korunmasıdır. Keza Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10.05.2016 tarihli kararında hırsızlık suçu ile korunan hukuki değerin "zilyetlik" ve "mülkiyet" hakkı olduğunu vurgulamıştır. GENEL ANLAMDA HIRSIZLIK SUÇU Bu suçta yaptırım altına alınan fiil taşınır bir malı, bulunduğu yerden zilyedinin rızası dışında "almak" tır. Suça konu mal alındığı anda suç tamamlanmış olup, alınan maldan yararlanmak şart değildir. Kanunun metninden anlaşılacağı üzere hırsızlık suçu icrai hareketlerle işlenebilecek suç tipindendir. Bu sebeple ihmali hareketlerle suçun işlenemeyeceğinin kabulü gerekmektedir. Yukarıda hırsızlık suçunun almak fiili ile tamamlandığından bahsettik. Almak fiilinin hangi aşamada gerçekleştiğinin tespiti failin cezalandırılıp cezalandırılmayacağını belirleyecektir. Doktrinde birçok görüş olmasına rağmen, uygulamada kabul edilen görüş "hakimiyet alanı" teorisidir. Bu görüşe göre, almak fiili, malı zilyedin tasarruf alanından çıkarılıp failin tasarruf alanına sokulması ile tamamlanır. Yani almak fiilinde anlatılmak istenen husus, mal üzerinde mevcut zilyedin fiili tasarruf imkanının ortadan kaldırılması ve yeni bir hakimiyetin kurulmasıdır. Kabul edilmelidir ki Ceza Hukuku'nda yer alan "zilyetlik" kavramı özel hukuktan daha geniş olarak ifade edilmektedir. Hırsızlık suçunda suçun faili herkes olabilmektedir. Bu sebeple kanun fail hakkında herhangi bir özellik aramamaktadır. Ancak suçun muhteviyatı gereği suçun faili malın maliki olamayacaktır. Yani malın maliki ve zilyetliğin farklı kimselerde olması halinde, malikin malı alması halinde hırsızlık suçu oluşmayacaktır. Hırsızlık suçunda mağdur malı çalınan kimsedir. Herkes suçun mağduru olabilir. Ancak malın belli özelliklere sahip olması nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Burada mağdur malik olabileceği gibi malın zilyedinin de mağdur olabileceği unutulmamalıdır. Ancak burada yer alan zilyetliğin hukuka uygun olmasının gerekip gerekmediği tartışmalıdır. Kanunun lafzından zilyetliğe ilişkin herhangi bir sınırlama getirilmediği anlaşıldığından, malın haksız zilyetten alınması halinde de hırsızlık suçunun oluşacağı kanaatindeyiz. Hırsızlık suçuna konu mal temelde iki özelliği barındırmalıdır. Malın taşınır olması ve başkasına ait olmasıdır. HIRSIZLIK SUÇU ANCAK KASTEN İŞLENEBİLİR Hırsızlık suçunun işlenmesinde fail, bilerek ve isteyerek başkasına ait bir taşınır bir malı, rızaya aykırı olarak bulunduğu yerden almalıdır. Bu suçun taksirli haline ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu sebeple taksirli halin varlığı durumunda kanunilik ilkesi gereğince cezalandırma gerçekleşmeyecektir. Kast halinin değerlendirilmesi aşamasında kusurluluğu ortadan kaldıran hallerden hata ve rızanın üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Kişinin dikkatsiz davranmak sureti ile kendisinin zannederek başkasının malını alması durumunda hata söz konusu olup, bu hata kastı ortadan kaldıracağından suç oluşmayacaktır. Kişinin hatasını fark ettiği anda kanunda düzenlenen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen kişi diğer şartlarında varlığı halinde " kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf" suçunu işlemiş olacaktır. Kusurluluğu ortadan kaldıran bir diğer hal ise rızanın varlığıdır. Malın alınmasına zilyedin yahut malikin rızasının olması halinde kanunda düzenlenen suçun oluşmayacağının kabulü gerekmektedir. Kişinin rıza yokken var zannetmesi, kastı içeren bir fiili hareketin olmaması sebebi ile hırsızlık suçunu oluşturmayacaktır. Ancak failin sonraki fiillerinin suç oluşturması halinde, oluşacak suç hakkında cezalandırılması gündeme gelecektir. HIRSIZLIK SUÇUNDA HUKUKA UYGUNLUK Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde hukuka uygunluk halleri düzenlenmiştir. Bu maddelere göre; kanun hükmünü yerine getirme, hukuka uygun emrin yerine getirilmesi, meşru savunma, hakkın icrası ve ilgilinin rızası hukuka uygunluk halleridir. Sayılı hukuka uygunluk halleri hırsızlık suçuna uygulanabildiği ölçüde göz önünde bulundurulmalıdır. HIRSIZLIK SUÇU VE BENZER DİĞER SUÇLAR Failin bir malı geçici bir süreliğine kullanıp, zilyedine iade etmek amacıyla rıza dışında alması; KULLANMA HIRSIZLIĞI, Failin başkasına ait bir malı yararlanmak maksadı dışında tahrip maksadıyla alması; MALA ZARAR VERME, Failin bir malı alması esnasında cebir veya tehdit kullanması halinde; YAĞMA, Fail kaybolmuş veya hata sonucu ele geçirdiği mal hakkında kanunda yazılı yükümlülükleri yerine getirmemesi halinde; KAYBOLMUŞ VEYA HATA SONUCU ELE GEÇMİŞ EŞYA ÜZERİNDE TASARRUF, Failin mağdurun iradesini sakatlamak sureti il bir malı alması halinde; DOLANDIRICILIK, Suçunun oluşacağına dikkat edilmelidir. HIRSIZLIK SUÇUNDA TEŞEBBÜS HALİ VE DİĞER HALLER Hırsızlık suçu, mevcut zilyedin mal üzerindeki fiili hakimiyetinin sona erdirilip failin kendi fiili hakimiyetini kurmasıyla suç tamamlanmış olur. Bu sebeple teşebbüs malın alınmasını esnasına kadar mevcut olabilecektir. Yani fail suçun oluşumuna elverişli icrai hareketlere başlayıp, elinde olmayan sebeplerle mal üzerinde fiili hakimiyet kuramazsa teşebbüsün oluştuğu kabul edilmelidir. Hırsızlık suçu iştirak bakımından herhangi bir özellik göstermez. Bu sebeple iştirakin her şekli hırsızlık suçu açısından geçerlidir. Hırsızlık suçunun oluşması için elverişli fiilleri gerçekleştiren fail, bu amacını gerçekleştirirken icra ettiği diğer fiillerin başka suçları oluşturması halinde nasıl cezalandırılması gerektiği gündeme gelmektedir. Failin hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında konuta girmesi veya mala zarar vermesi hali en çok karşılaşılan suçlardandır. Kanunkoyucu TCK'nın 142.maddesine "hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikayet aranamaz" şeklindeki fıkrayı ilave etmiştir. Bu fıkranın gerekçesi "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza kuralı gereği" olarak açıklanmıştır. Keza yine aynı kural gereği hırsızlık suçu, aynı suç işleme kararı çerçevesinde aynı kişiye karşı defalarca işlenmesi halinde, zincirleme suç hükümleri gündeme gelecektir. Bu sebeple fail tek suçtan ağırlaştırılarak ceza alacaktır. Bir diğer ihtimalde hırsızlık suçunun birden çok kişiye karşı tek fiille işlenmesi halidir. Bu durumda da kanunun diğer hükümleri gereğince fail hakkında tek ceza kanunda yazılı oranlarda arttırılarak verilecektir. ŞAHSİ CEZASIZLIK SEBEBİ VEYA CEZADA İNDİRİM YAPILMASINI GEREKTİREN ŞAHSİ SEBEP TCK'nın 167 nci maddesinde, yağma ve nitelikli yağma hariç olmak üzere, malvarlığına suçların belli akrabalık ilişkileri bulunan kişiler arasında işlenmesi şahsi cezasızlık sebebi veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep olarak kabul edilmiştir. Şahsi cezasızlık sebebi veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep Madde 167- (1) Yağma ve nitelikli yağma hariç, bu bölümde yer alan suçların; a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin, b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlatlığın, c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin, Zararına olarak işlenmesi halinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz. (2) Bu suçların, haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi halinde; ilgili akraba hakkında şikayet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir. ETKİN PİŞMANLIK Malvarlığına karşı işlenen ve içlerinde hırsızlık suçunun da bulunduğu belli suçlarla ilgili olarak TCK 16 nci maddesinde etkin pişmanlık haline yer verilmiştir. İlgili maddede çeşitli ihtimaller üzerinde durulmuştur. Bu ihtimaller; Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu neden hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadar indirilir, Kovuşturma başlandıktan sonra sonra ve fakat hüküm verilmeden önce görülmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadar indirilir, şeklidedir. Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası gereklidir. SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA SÜRECİ Hırsızlığın teme şekli re'sen takip edilen bir suçtur. Ancak kanunda belli hallerde suçun takibi şikayete tabi tutulmuştur. Kullanma hırsızlığı, Bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hırsızlık, Paydaş veya elbirliği malik olunan mal üzerinde hırsızlık, Belli akrabalar arasında hırsızlık, Sayılı hallerde hırsızlığın gerçekleşmesi suçun takibi şikayete tabi olacaktır. Takibi şikayete bağlı suçların uzlaşmaya tabi olması sebebi ile, sayılı hallerde gerçekleşen hırsızlık uzlaşmaya ilişkin hükümler uygulama alanı bulacaktır. Hırsızlık suçunda görevle mahkeme ASLİYE CEZA MAHKEMESİDİR. Hırsızlık suçunun temel şekli için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bu suçun işlenmesi suretiyle yararına haksız menfaat sağlanan tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. HIRSIZLIK SUÇUNA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/260 E. , 2017/135 K. Türk Ceza Kanununun nitelikli hırsızlık başlıklı 142. maddesinin birinci fıkrasının suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan (b) bendinde, sanığın işlemeye kalkıştığı bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkındaki hırsızlık suçu; "Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, ... İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur" biçiminde düzenlenmiş, yerel mahkemenin hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunun 62. maddesiyle TCK'nun 142. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmış ve maddeye; "Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, ..." şeklindeki (h) bendi eklenmiştir. İlk bakışta bu düzenlemenin "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" kuralının istisnası olduğu, yani bileşik suç tanımına uyduğu söylenebilir ise de, kanun koyucu bu madde ile hırsızlık suçunun "bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya" hakkında işlenmiş olmasını nitelikli hal olarak düzenlemiş, bina veya eklentiye girmeyi suçun oluşumu açısından unsur olarak aramamıştır. Buna göre, hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin, "bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış eşya" hakkında, bina ya da eklentilerine girilerek işlenmesi mümkün bulunduğu gibi, bina veyahut eklentiye girilmeden de işlenebilmesi mümkün olup, her iki durumda da anılan maddenin uygulanması gerekecektir. Bir başka ifadeyle, maddedeki düzenleme ile bina veya eklentilerine girilip girilmemesi değil, çalınan eşyanın bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olması nitelikli hal açısından önemsenmiştir. Kanun koyucu bu suç tipini bileşik suç olarak hüküm altına almak isteseydi, maddeyi 765 sayılı Kanunda olduğu gibi "bina veya eklentilerine girilmek suretiyle işlenirse" şeklinde düzenlerdi. Bu nedenle hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin işlenmesi sırasında bina veya işyerine ya da eklentilerine girilmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçu da oluşmakta, buna bağlı olarak failin bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir. Diğer taraftan kanun koyucu hırsızlık suçunun bina veya eklentilerine ya da işyerine girilerek işlenmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçunun da oluşacağına dair iradesini pekiştirecek şekilde 5560 sayılı Kanunun 6. maddesiyle TCK'nun 142. maddesine; "hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz" biçimindeki dördüncü fıkrayı ilave etmiştir. Eklenen fıkranın gerekçesinde de; "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza kuralı gereği, hırsızlık suçunu işlemek için başkasının konutuna girilmesi veya malvarlığına zarar verilmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmetmek gerekir" denilmek suretiyle, kanun koyucunun amacının, hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında gerçekleştirilen diğer suçların da ayrıca cezalandırılması olduğu açıkça ortaya konulmuştur. (Kapatılan)13. Ceza Dairesi 2020/7396 E. , 2020/11916 K. Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: Sanığın, müştekiye ait gündüz vakti sokak üzerinde açıkta bırakacak şekilde bıraktığı bisikletin çalınması şeklinde gerçekleşen olayda; sanığın sübut bulan eylemine uyan TCK'nın 141/1 maddesindeki hırsızlık suçunu oluşturduğu dikkate alınarak yapılan incelemede, Hükümden sonra 02/12/2016 tarihinde 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında yer alan ve 5237 sayılı TCK'nın 141. maddesinde tanımı yapılan hırsızlık suçunun da uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşısında;TCK'nın 7/2. maddesi uyarınca; ''Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.'' hükmü de gözetilerek 6763 sayılı Kanunun 35. maddesi ile değişik CMK'nın 254. maddesi uyarınca aynı Kanunun 253. maddesinde belirtilen esas ve usûle göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca, tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 24/11/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- HİLELİ İFLAS SUÇU
Türk Ceza Kanunu'nun 161. Maddesinde, "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu / Malvarlığına Karşı Suçlar/ Hileli İflas Madde 161- (1) Malvarlığını eksiltmeye yönelik hileli tasarruflarda bulunan kişi, bu hileli tasarruflardan önce veya sonra iflasa karar verilmiş olması halinde, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Hileli iflasın varlığı için; a) Alacaklıların alacaklarının teminatı mahiyetinde olan malların kaçırılması, gizlenmesi veya değerinin azalmasına neden olunması, b) Malvarlığını kaçırmaya yönelik tasarruflarının ortaya çıkmasını önlemek için ticari defter, kayıt veya belgelerin gizlenmesi veya yok edilmesi, c) Gerçekte bir alacak ve borç ilişkisi olmadığı halde, sanki böyle bir ilişki mevcutmuş gibi, borçların artmasına neden olacak şekilde belge düzenlenmesi, d) Gerçeğe aykırı muhasebe kayıtlarıyla veya sahte bilanço tanzimiyle aktifin olduğundan az gösterilmesi, gerekir. 765 sayılı TCK' da hileli iflas suçunun yalnızca yaptırımı düzenlenmiş ve hangi hareketlerin hileli sayılacağı, İcra ve İflas Kanununda gösterilmiştir. 5237 satılı TCK da ise hileli iflas suçunun gerek yaptırımını gerekse de hileli iflas hareketlerini aynı madde içerisinde düzenlemiştir. Madde metnindeki tasarrufların iflasa karar verilmeden önce veya sonra gerçekleşmesi bakımından bir fark yoktur. Hileli iflas, seçimlik hareketli bir suçtur. A) Alacaklıların Alacaklarının Teminatı Mahiyetinde Olan Malların Kaçırılması, Gizlenmesi Veya Değerinin Azalmasına Neden Olunması Failin bu bentteki amacı, iflas kararı verildiğinde iflas masasına girecek malların, teminat gösterildiği tarihteki değerinden daha az bir değere sahip olmasını sağlamaktır. Malların bulunmaması için bilinmeyen bir yerde saklanması, paraya çevrilmesi gereken malların çevrilmeyerek bozulmasına sebep olma, iflas masasına yanlış bil vermek bu bende örnek olarak gösterilebilir. Malların değerleri azalmasıyla netice gerçekleşecektir. B) Malvarlığını Kaçırmaya Yönelik Tasarruflarının Ortaya Çıkmasını Önlemek İçin Ticari Defter, Kayıt Veya Belgelerin Gizlenmesi Veya Yok Edilmesi Suça konu tasarrufları tasdik eden her türlü kayıtların gizlenmesi veya yok edilmesi bu bendin konusunu oluşturmaktadır. Bentte sayılan defter, kayıt, belgelerin iflasa tabi şirketin aktif ve pasif malvarlığını tespit eden belgeler olmalıdır. C) Gerçekte Bir Alacak Ve Borç İlişkisi Olmadığı Halde, Sanki Böyle Bir İlişki Mevcutmuş Gibi, Borçların Artmasına Neden Olacak Şekilde Belge Düzenlenmesi Bu seçimlik hareketlerin yapılmasıyla fail ayrıca belgede sahtecilik suçundan dolayı da cezalandırılacaktır. D) Gerçeğe Aykırı Muhasebe Kayıtlarıyla Veya Sahte Bilanço Tanzimiyle Aktifin Olduğundan Az Gösterilmesi Bu seçimlik hareketlerin yapılmasıyla fail ayrıca belgede sahtecilik suçundan dolayı da cezalandırılacaktır. Suçun işlendiği yer, hileli tasarrufların gerçekleştiği yerdir. Suçun işlenme tarihi olarak iflasın açılma tarihinin tespit edilmiş olması, failin cezalandırılması için, iflas kararının kesinleşmesinin beklenmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez. Suçun faili, gerekçesinde de belirtildiği üzere; iflasa tabi bir borçlu yani, tacir olabilir. Ancak tüzel kişinin tacir olması durumunda, tüzel kişiliğin organ veya temsilcisi olan, tüzel kişi adına tasarrufta bulunan gerçek kişiler de suç faili olabileceklerdir. Suçun mağduru, borçlunun alacaklılarını alacaklarına güvence olan malvarlığını ortadan kaldırması, azaltılması veya alacaklılar arasında eşitliği bozan diğer muameleleri sonucu, alacaklarını tamamen veya kısmen alamamış bulunan alacaklılardır. Hileli iflas suçunda, cezayı arttıran veya azaltan nitelikli unsurlar yoktur. SUÇUN MANEVİ UNSURU Suçun manevi unsuru kasttır. Hileli iflas suçunda genel kastın yanında ayrıca "alacaklıları zarara uğratma kastı" yani saiki aranmaktadır. HUKUKA AYKIRILIK UNSURU Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde hukuka uygunluk halleri düzenlenmiştir. Bu maddelere göre; kanun hükmünü yerine getirme, hukuka uygun emrin yerine getirilmesi, meşru savunma, hakkın icrası ve ilgilinin rızası hukuka uygunluk halleridir. Doktrinde, hileli iflas suçuna uygulanabilecek herhangi bir hukuka uygunluk sebebi yer almamaktadır. TEŞEBBÜS, İŞTİRAK, İÇTİMA Malların kaçırılması ve gizlemesi ve diğer bentlerde yer alan seçimlik hareketler, sırf hareket kabilinden fiiller olması sebebiyle ister iflas kararından sonra, ister iflas kararı alınmasından önce gerçekleştirilsin, teşebbüse mümkün değildir. Özgü bir suç olduğu için iflasa tabi olmayan şahısların bu suça iştiraki ancak azmettiren ya da yardım eden biçiminde olabilir. İçtima hükümleri genel olarak uygulanmaktadır. SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA SÜRECİ Hileli iflas suçu, soruşturma ve kovuşturması re'sen yapılan bir suçtur. Suçun yaptırımı üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasıdır. Hileli iflas suçu açısından görevli mahkeme, Ağır Ceza Mahkemesi olup dava zamanaşımı 15 senedir. Ceza zamanaşımı yirmi yıldır. Etkin pişmanlık hükümleri ise sayılı suçlar arasında yer almaktadır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- HAKKI OLMAYAN YERE TECAVÜZ SUÇU
Türk Ceza Kanunu'nun 154. Maddesinde, "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu / Malvarlığına Karşı Suçlar/Hakkı olmayan yere tecavüz Madde 154- (1) Bir hakka dayanmaksızın başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir. (2) Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunduğunu bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan veya sürüp eken kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır. (3) Kamuya veya özel kişilere ait suların mecrasını değiştiren kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır. Her bir fıkrada ayrı bir suç öngörülmüş olup birinci fıkrada üç tane seçimlik hareket bulunmaktadır. Bunlar; başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi, Tamamen veya kısmen işgal etme, Sınırlarını değiştiren veya bozma, Hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olmadır. Bu fiiller işlendiği anda suç oluşacağından suç tipi sırf hareket suçu ve ani hareketli suç olarak nitelendirilmektedir. Birinci fıkrada geçen hak sahibi ifadesiyle kast edilen yalnızca malik olmayıp; taşınmazın zilyetliğini de kapsamaktadır. 2009 yılında yapılan değişiklik ile birlikte kamuya ait taşınmaz mal ve eklentiler bu suçun konusu olmaktan çıkarılmış ve artık soruşturma-kovuşturma için şikayet şartı getirilmiştir. İkinci fıkrada geçen zapt etme ise doktrindeki tanıma göre "Semerelerinden yararlanmaksızın başkalarının yararlanmasına engel olmaktadır. Zapt etme fiili yalnızca bir kısmına da yönelik olabilir. Ancak bu zapt geçici nitelikte olmamalı, belli bir süre devam etmelidir. Üçüncü fıkrada ise, suların mecrasının değiştirilme fiilinin sırf hareket suçudur. Bu fiili suçun oluşması için tek başına yeterlidir ve suçun tamamlanması için failin gerçekleştirdiği fiilden dolayı yarar sağlaması veya mağdurun zarar görmesi gibi ayrı bir neticenin meydana gelmesi aramaz. Suçun faili ancak gerçek bir kişi olabilecekken, tüzel kişiler bu suçun faili olamazlar. Aynı zamanda, failin mutlaka malikten başka bir kişi olması gerekmekte olup; bu kişinin hukuka uygun bir biçimde malın zilyedi olmuş, ancak şahsi hakkının süresi dolmasına rağmen taşınmazı işgal etmeye devam eden zilyet olması da mümkündür. İkinci fıkrasındaki suçta, ortak kullanıma terk edilmiş taşınmaz söz konusuysa, mağdur yararlanma hakkı engellenen köy halkıdır. Üçüncü fıkrada düzenlenen suların mecrasının değiştirilmesi suçunun mağduru suça konu suyun sahibi olan gerçek kişidir. ANCAK KASTEN İŞLENEBİLİR Suçun manevi unsuru kasttır. Bu suçun taksirli haline ilişkin kanunda herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu sebeple taksirli halin varlığı durumunda kanunilik ilkesi gereğince cezalandırma gerçekleşmeyecektir. HUKUKA UYGUNLUK Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde hukuka uygunluk halleri düzenlenmiştir. Bu maddelere göre; kanun hükmünü yerine getirme, hukuka uygun emrin yerine getirilmesi, meşru savunma, hakkın icrası ve ilgilinin rızası hukuka uygunluk halleridir. Bu suç için önemli olan kanun hükmünü yerine getirme ve hakkın kullanılmasıdır. Ayrıca, taşınmaz malın malikinin veya zilyedinin rızası da failin fiilini hukuka uygun hale getirerek suç olmaktan çıkaracaktır. TEŞEBBÜS, İŞTİRAK, İÇTİMA Bu suç, sırf hareket suçu olduğu için icra hareketlerinin bölünebilir olması halinde teşebbüs mümkün olacaktır. İştirak ve içtima hükümleri genel hükümlere göre uygulanacaktır. SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA SÜRECİ Suç hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için suçtan zarar görenin şikayette bulunması gereklidir ve suç uzlaşmaya tabi suçlardandır. Şahsi cezasızlık sebepleri açısından TCK madde 167 uyarınca, 154. Maddenin 1. Veya 3. Fıkralarında düzenlenen suçların bu maddede öngörülen akrabaların zararına olarak işlenmesi halinde, Cumhuriyet Savcısı CMK m.171 uyarınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilecektir. Etkin pişmanlık hükümleri ise sayılı suçlar arasında yer almadığından uygulanmayacaktır. Hakkı olmayan yere tecavüz suçunun cezası altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezasıdır. Görevli mahkeme ise Asliye Ceza Mahkemesidir. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- HIRSIZLIK SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ
Türk Ceza Kanunu/ Hırsızlık Madde 141- (1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Hırsızlık suçunun temel şekli TCK'nın 141'nci maddesinde düzenlenmiştir. Aynı kanunun 142-147 'nci maddelerinde hırsızlık suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. TCK 142'NCİ MADDESİNDE YER ALAN NİTELİKLİ HALLER Hırsızlığın kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine eşya hakkında işlenmesi, Hırsızlık suçunun nitelikli hallerinin ilkin birden fazla durum aynı madde içerisinde düzenlenmiştir. İlgili düzenlemeye göre, suçun konusunu oluşturan eşyanın kamu kurum ve kuruluşlarında bulunması, ibadete ayrılmış yerlerde bulunması ve kamu yararı veya hizmetine tahsis edilmiş olması halinde daha fazla cezayı gerektiren hallerdir. Hırsızlığın halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında işlenmesi, Düzenlemede temelde dikkat edilmesi gereken aracın "umuma tahsis edilmiş" olmasıdır. Hırsızlığın bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek amacıyla maksadıyla hazırlanan eşya hakkında işlenmesi, Hırsızlığın adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında işlenmesi, Suçun nitelikli halini oluşturabilecek mala verilebilecek en güzel örnek hasat zamanı tarlada bırakılan biçilmiş mahsullerdir. Dikkat edilmesi gerekir ki eşyanın açıkta bırakılmış olması suçun nitelikli halinin oluşması için gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Bu açıkta bırakmanın adet, tahsis veya kullanım gereği olmalıdır. Hırsızlığın kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak işlenmesi, Hüküm açık olmasına rağmen kişinin malını koruyamayacak duruma fail tarafından getirilmemiş olması gerekir. Kişinin kendi savunamayacak hale gelmesinde failin fiillerinin etkisinin olması halinde burada yazılı nitelikli halin oluşmayacağının kabulü gerekmektedir. Yani kişinin malını koruyamayacak duruma gelmesi hırsızlık fiilinden önce meydana gelmiş olmalıdır. Şartların varlığı halinde TCK'da yazılı bulunan diğer suçlara ilişkin hükümler oluşabilecektir. Yazılı durumlar kişinin ölmesi hali içinde geçerli olacaktır. Hırsızlığın elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle işlenmesi Hüküm açık şekilde düzenlenmiş olmakla birlikte Yargıtay bu hükümde yazılı nitelikli halin oluşması için ek olarak mağdurun dalgınlığını veya dikkatini dağıtarak savunma imkanının ortadan kaldırılmasını aramaktadır. Hırsızlığın doğal bir afetin veya sosyal olayların meydan getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak işlenmesi, Hırsızlığın haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla yada diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle işlenmesi, Hırsızlığın bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi, Hırsızlığın tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınarak işlenmesi, Tanınmamak için tedbir alma durumu suçun işlenmesinden önce veya en geç suçun işlendiği sırada gerçekleşmiş olmalıdır. Suç işlendikten sonra yakalanmamak için kılık değiştirme durumunda bu bent hükmü uygulanamayacaktır. Hırsızlığın büyük veya küçük baş hayvan hakkında işlenmesi, Hırsızlığın herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında işlenmesi, Bu nitelikli halin meydana gelmesi için iki durumun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Hem eşyanın herkesin girebileceği bir yerde bırakılma, hem de kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış olma şartı birlikte gerçekleşmelidir. Bentte yer alan diğer ihtimal ise eşyanın bina veya eklentisi içerisinde muhafaza altına alınmış olmasıdır. Bina veye eklentisinin konut veya eklentisi de olması durumunda, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan dolayı da ayrıca cezaya hükmedilmelidir. Suçun, sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi, Bentte düzenlenen nitelikli halin uygulama alanı bulabilmesi için iki şartında birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Ayrıca fiilin, bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi nitelikli halin cezasında daha da arttırım yapılmasını gerektiren sebeptir. HIRSIZLIĞIN GECE VAKTİ İŞLENMESİ(TCK MADDE 143) Türk Ceza Kanunu/ Suçun gece vakti işlenmesi Madde 143- (1) Hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresinden "gece vakti" olarak anlaşılır. HIRSIZLIK SUÇUNUN DAHA AZ CEZAYI GEREKTİREN NİTELİKLi HALLERİ Hırsızlık suçunun daha cezayı gerektiren nitelikli halleri Türk Ceza Kanunu'nun 144,145 ve 146. Maddelerinde düzenlenmiştir. Düzenlenen maddeler aşağıdaki şekildedir. Hırsızlık suçunda paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde işlenmesi, Bu nitelikli hak hırsızlık suçunun daha az cezayı gerektiren hallerinden olmakla beraber, soruşturma veya kovuşturma yapılabilmesi şikayete tabidir. Hırsızlık suçunun bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi, Soruşturması veya kovuşturması şikayete bağlı olan daha az cezayı gerektiren nitelikli haldir. Hukuki ilişkiye dayalı alacak hakkına sahip kişi ve diğer kişiler ile müştereken suçun işlenmesi durumunda bu nitelikli halden ancak alacak sahibi olan fail yararlanacaktır. Malın değerinin az olması, Madde 145- (1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/16 md.) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Bentte düzenlenen suç hakkında Yargıtay uygulamalarında iki şart üzerinde durmaktadır. İki şartın birlikte sağlanması halinde yazılı bent ile ilgili hüküm kurulabilmektedir. Failin daha çoğunu alma imkanı varken, ihtiyacı kadarını alması. Failin aldığı şeyin değerinin az olması. HIRSIZLIK SUÇUNDA ZORUNLULUK HALİ Türk Ceza Kanunu/ Zorunluluk hâli Madde 147- (1) Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi halinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Kanunun düzenlenmesinde önemle üzerinde durulması gereken durum, failin ihtiyacının ağır olması yani ihtiyacın karşılanmaması durumunda katlanılması beklenilmeyecek bir tehlikenin ortaya çıkacak olmasıdır. Zorunluluk halinde, tehlikenin faile veya üçüncü kişiye yönelmiş olmasının bir önemi yoktur. Kanun koyucu fail hakkında cezada indirim yapılması veya cezadan vazgeçilmesi hallerini hakimin takdirine bırakmıştır. Av. Yılmaz GÜNEŞ
- HAKARET SUÇU
(TCK m.125) Hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümler kitabında, “kişilere karşı suçlar” başlıklı ikinci kısmının sekizinci bölümünde yer alan “şerefe karşı suçlar” başlığı altında 125. maddede düzenlenmiştir. Hakaret suçu bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olan somut bir fiil yahut olgu isnat etmek veya söverek bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak olarak belirtilmiştir. İnsan kişiliği, maddi ve manevi değerlerden oluşan bir bütündür. İnsanın maddi varlığı koruma altına alındığı gibi manevi varlığı da korunmak zorundadır, dolayısıyla manevi değerlere saldırılar da ceza yaptırımı ile karşılanmak durumundadır. Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. HAKARET SUÇUNDA ŞİKAYET Kovuşturulması ve soruşturulması şikayete bağlı olan hakaret suçunda, altı ay içinde şikayette bulunulmazsa soruşturma ve kovuşturma yapılamaz. Şikayet hakkı olan kişi suçu ve suçun failini öğrendiği andan itibaren altı ay içinde şikayet hakkını kullanmalıdır. Hakaret suçunun basit şekli şikayete tabidir. Nitelikli hakaret suçu kapsamına giren fiillerde ise mağdurun şikayette bulunmasına gerek olmadığından şikayet süresi gibi bir durum söz konusu olmamaktadır. Suçun nitelikli halinin varlığı halinde savcılık makamı re’sen harekete geçmek suretiyle, gerekli işlemleri yerine getirmektedir. HAKARET SUÇUNDA UZLAŞTIRMA Hakaret suçunun basit şekli, uzlaştırmaya tabidir. Hakaret suçunun nitelikli halleri ise uzlaştırma kapsamında değildir. Uzlaştırma kapsamında yer alan suçlarda, gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasından önce uzlaştırma prosedürünün uygulanması, uzlaşma sağlanamaması halinde soruşturmaya veya yargılamaya devam edilmesi gerekmektedir. Devlet büyüklerine, kamu görevlisine, dini değerlere ve cumhurbaşkanına hakaret suçu uzlaştırma kapsamında değildir. HAKARET SUÇUNDA YAPTIRIM Hakaret suçunun yaptırımı basit hakaret suçu ve nitelikli hakaret suçuna göre değişiklik göstermektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 125/1. maddesinde düzenlenmiş olan basit hakaret suçunda, faile verilecek ceza 3 aydan 2 yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 125/3. maddesinde düzenlenmiş olan suçun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi halleri nitelikli hakaret suçunu oluşturur ve faile verilen ceza 1 yıldan az 2 yıldan fazla olmayacaktır. HAKARET SUÇUNUN İŞLENİŞ BİÇİMLERİ Huzurda Hakaret: Suçun, mağdurun yüzüne karşı ve/veya mağdurun bir aracıya gerek olmaksızın sarf edilen sözleri duyması, görebilmesi, algılaması ve failin de söz konusu kişiyi, mağduru muhatap alarak hakaret kastı ile davranması hali huzurda hakaret suçunu oluşturur. Bu durumda fiilin yüz yüze gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin önemi yoktur. Önemli olan failin, mağduru hedef alarak söylediklerini mağdurun duyabileceği şekilde açığa vurması ve mağdurun da bunları duymasıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 125/2. maddesi “ Fiilin mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur” diyerek mağdura gönderilen elektronik posta, mektup, faks, ileti ve buna benzer araçlarla işlenen hakaret suçunu da huzurda hakaret olarak saymıştır. Yargıtay da çeşitli kararlarında bu tür araçlarla işlenen ve muhatabın doğrudan görebileceği, duyabileceği hakaret suçunu huzurda hakaret olarak belirtmiştir. Gıyapta Hakaret: Mağdurun olmadığı bir ortamda veya hakkında söylenenleri duyamayacağı bir yerde olması durumunda gıyapta hakaret suçu meydana gelecektir. Failin gıyapta hakaret suçundan dolayı ceza alabilmesi için en az 3 kişiyle konuşup görüşmesi gerekmektedir. Konuşup görüşme halinin bilerek ve isteyerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Dikkat edilmelidir ki fail dışında 3 kişinin varlığı gerekmektedir. Kişilerin akıl hastası, kusur yeteneği bulunmayan çocuklardan olması veya algılama yeteneği bulunmayan, sağır, konuşulan dili bilmeyen kimselerden olması halinde suç gerçekleşmiş olmayacaktır. Aynı zamanda belirtmek gerekir ki bu üç kişinin aynı yerde olması gerekliliği yoktur, burada önemli olan üç kişinin hakareti öğrenmesidir. HAKARET SUÇUNUN İNTERNET VE SOSYAL MEDYA YOLUYLA İŞLENMESİ Hakaret suçu huzurda ve gıyapta olmak üzere iki şekilde işlenebilir. TCK’nın 125/2. maddesinden hareketle internet; iletişim aracı; ses, yazı ve görüntüyü de içerebilen çok yönlü iletişim aracı olmasından dolayı, internet yoluyla yapılan hakaret suçu, huzurda yapılmış sayılacaktır. Teknolojinin her geçen gün yeniliklerle karşımıza çıkması maalesef her zaman bireyler üzerinde sosyal ve kültürel bilinçlenmeye fırsat tanımamaktadır. Sanal ortamda yüz yüze olunmaması kişilerin duygu ve düşüncelerini daha kolay ifade etmelerine sebep olabildiği gibi, kolaylıkla hakaret ve tehdit gibi suç teşkil eden eylemlerde bulunmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim günümüzde de birçok insanın kendilerine ulaşılamayacağı düşüncesiyle kendi hesapları veya sahte hesaplar aracılığıyla, tanıdık yahut tanımadık kişi olması farketmeksizin rahatça bu eylemlerde bulunduğu görülmektedir. İnternet üzerinden işlenen hakaret suçlarında en önemli sorun, suçun failinin belirlenmesidir. Kişilerin sahte kimliklerle hesap açabilme imkanlarının bulunması internet aracılığıyla işlenen bu tür suçlarda failin bulunmasını zorlaştırmaktadır. Sosyal medyada suçun işlenmiş olduğunu kanıtlamak çok kolay değildir. Sosyal medya aracılığı ile hakaret suçunun mağduru suçun işleniş şeklini ve zamanını tespit edip somut kanıtlarla bunu ispat etmelidir. Örneğin ekran görüntüsü gibi bir delil suçun ispatı açısından önemli olabilmekte fakat tek başına yeterli olmamaktadır. Bu delille suçun oluştuğu kanıtlanabilir ama bu suçun gerçekte kim tarafından gerçekleştirildiği tespit edilemeyebilir. Hakaretin gerçekleştirildiği sosyal medya hesabının gerçekte kim tarafından kullanıldığının tespit edilebilmesi ispat açısından önem taşımaktadır. Suç, mağdurun, tahkir edici eylemi öğrendiği yer ve zamanda işlenmiş sayılacaktır. Algılanmadığı veya öğrenilmediği müddetçe suç, teşebbüs aşamasında kalmış sayılmalıdır. İnternet ve sosyal medyada hakaret suçunun cezai yaptırımı, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası olup, alenen işlenmesi sebebi ile altıda biri oranında artırılacaktır. Bununla birlikte Türk Ceza Kanunu’nun 125/3. maddesinde yazan nitelikli haller gerçekleşir ise alt sınır 1 yıldan az üst sınır da 2 yıldan fazla olamayacaktır. İnternet ve sosyal medyada hakaret suçunun hukuki yaptırımı ise, eğer şartları oluşmuş ise hukuk mahkemelerinde manevi tazminat davası açılmasıdır. HAKARET SUÇU İLE İLGİLİ YARGITAY KARARALARI Yargıtay 18. Ceza Dairesi E: 2015/32585 K: 2016/15898 K.T Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla kişilerin onur, şeref ve saygınlığı korunmakta olup şuçun oluşması için davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispidir. Zamana, yere ve duruma göre değişebilir. Kişiye yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bunun için sözler açıkça onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturmalıdır. Suç tarihinde stajyer avukat olan sanığın icra dairesinde katılan icra memurunun kendisinden ısrarlı bir şekilde dosya atmasını istemesi üzerine tartışma çıkmıştır. Sanık katılana hitaben “lütfen terbiyesizlik yapmayın” şeklindeki ifade kullanmıştır. Bu sözlerin, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığı, ağır eleştiri, ve kaba hitap tarzı niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmelidir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi E: 2016/13598 K: 2018/14870 K.T Sanık, hakkında hakaret ve tehdit suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Yargılama aşamasında tanık, olaya ilişkin gördüklerini aktarmıştır. Tanık, yargılama aşamasında vermiş olduğu beyanlarında hiç değişikliğe gitmemiş, çelişkili beyanda bulunmamıştır. Tanık, sanığın katılana karşı olarak sadece ”Allah belanı versin” sözlerini sarf ettiğini belirtmiştir. Sanık hakkında sulh ceza mahkemesi tarafından tehdit ve hakaret suçundan yargılama yapılmış, mahkumiyet kararı verilmiştir. Mahkumiyet kararına karşılık temyiz başvurusunda bulunulmuştur. Yargıtay, dosyada sanığın sözlerinin beddua niteliğinde olduğu, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığını belirterek suçun unsurlarının oluşmadığını belirtmiştir. Mahkemenin vermiş olduğu mahkumiyet kararına karşılık bozma kararı oy birliği ile verilmiştir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi E: 2013/38057 K: 2014/32649 K.T Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Yargılamaya konu somut olayda; sanığın katılana gönderdiği “senin anneliğin annelik sayılmaz, allah belanı versin, kızımızı Darülacezeye yatıracağım”, “allahsız, senin yüzünden buz gibi evde kalıyoruz”, “başkasının evinde daha ne kadar oturacaksın gaspçı” şeklindeki mesajlarda geçen ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın katılana yönelttiği sözlerin, kaba davranış niteliğinde olduğu, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi” doğru bulmamış ve ilgili hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi E: 2017/6841 K: 2017/15004 K.T Somut olayda sanık katılana yönelik olarak ses kaydından önce hakaret etmiş ve katılan olaydan ertesi gün kanıtlama amacıyla sanığın rızasını almaksızın ses kaydı başlatıp “bana neden terbiyesiz diyorsun” sorusunu sanığa yöneltmiş olup “terbiyesizsin, karaktersizsin” cevabını almıştır. Dava bu ikinci konuşmaya ilişkin ses kayıtlarının hükme dayanak yapılıp yapılamayacağına dairdir. Kişilerin ses kayıtlarının kişisel veri olduğundan şüphe yoktur. Kişi kendisine karşı işlenen bir suçla ilgili bir daha kanıt elde etme ve yetkili mercilere başvurma imkanının bulunmadığı ani gelişen durumlarda konuşmaları kayda alırsa bu hukuka uygundur. Fakat olayda kişiler arasında ani gelişen bir durum söz konusu değildir. Katılanın amacı önceki günkü konuşmada sanığın kendisine hakaret ettiğine dair iddiasını delillendirmektir. İhlal edilen menfaat ile korunan menfaat dengesinde (CMK 217) sanığın özel hayatının gizliliği ağır basan menfaattir. Sayılan sebeplerden ötürü ses kaydı hukuka uygun delil değildir, hükme esas olmayacaktır. Yargıtay 16. Ceza Dairesi E: 2015/1290 K: 2015/3294 K.T Cumhurbaşkanına hakaret suçunda ağırlaştırıcı hal olarak düzenlenen aleniyetin gerçekleşmiş sayılabilmesi için, failin bulunduğu ve suçu oluşturan söz veya hareketin gerçekleştiği yerin belirli olmayan çok sayıda kişi tarafından görülme, duyulma ve algılayabilme olasılığı olan bir ortam olması veya suç mağdurunun bu hareket ve sözleri işittiği ve algıladığı yerin bu tür bir ortam olması ve failin de bunu bilmesi yeterli olup, somut olayda başka bir e-posta adresinden gelen mesajın sanığın kullandığı e-posta adresi tarafından başka e-posta adreslerine iletildiği (forward) anlaşıldığından, iletilen adreslerin sadece kullanıcının bildiği, kullanıcı adı ve parola ile girilen ve kullanıcıdan başka bir kişinin girmesinin mümkün olmadığı kişiye mahsus hesap olması nedeniyle aleniyet unsurunun gerçekleşmiş sayılamayacağı gözetilmeden verilen cezada TCK 299/2 maddesi gereğince artırım yapılması, kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı bozulmasına, 22.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Av. Yılmaz GÜNEŞ







